19 Aralık 2011 Pazartesi

Sahne, start

 Yağmur yağıyor...

 Kalbin mantığa oynadığı oyunun ikinci perrdesi yeni açılmış. Her şey olağan seyrinde ilerliyor. Sahne pek karışık. Dekorlar yoğun; ışıklar keskin; oyuncular amatör; sayıları oldukça fazla... Sahne sırası gelmeyenler arkada. Kulis kavramı tam olarak oturtulamamış. Makyajlar da yok gibi; varsa da pek donuk, kolay kolay anlaşılmıyor. Heyecan oldukça yüksek... Sahnenin kasveti arka tarafa da sıçramış. Bu oyuna henüz dahil olmayanlar, sırasını bekleyenler, uzun süre ortada görünmeyeccek olanlar, oyunla uzaktan yakından alakası olmayanlar, izleyiciler... Hepsinde heyecan kırıntıları birikmiş... Bakışlar sertlemiş; gülüşler kırılmış; gözler büyümüş; soluklar hızlanmış; tedirginlik boy göstermiş en çıkmaz sokaklarında...

 Ben neresindeyim bu sahnenin? Sen neresindesin?

 Belki hiç gelemeyeceksin. Çıkmaz sokaklardaki tedirginliklerden sadece bir tanesisin... Üstelik ben, kim bilir bu tedirginliklerden kaç binincisiyim?.. Bir his misin? Bir düş mü? Oyuna girecek misin? Alkışların karşısına çıkıp bir selam çakabilecek misin, iki büklüm eğilerek, hınca hınç boş olan salona doğru?

 Biliyor musun, ben de o sahneye çıkmaya henüz cesaret edemedim. Kolonun arkasında kalan ve sahneyi doğru dürüst göremediği için satışa sunulmayan koltukta en beleşci ve en kaçak halimle oturuyorum... Çok da kalamayacağım. Ya bir görevli gelecek ve korkudan sahneye doğru koşacağım; ya da salonu usul usul, uyandırmadan terk edeceğim... "Kara bıyıklı, kuşku bakışlı, Erzincanlı" bekçi gelene kadar buralardayım.

 Biraz daha illegal,

 biraz daha kaçak,

 biraz daha beleşçi,

 biraz daha severek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder