30 Aralık 2010 Perşembe

Gecenin Sonuna Doğru Bülent Ortaçgil Şarkılarıyla ...

Fatih Akın filmleriyle geçen bir gecenin ortasındayım. Filmlerin yerini kısa bir sessizlik aldı. Ardından Bülent Ortaçgil geldi hatırıma. "Senin tenin sıcak, benim içimde bir kedi ; yumdu gözlerini, işte aşk dedi."

Bülent Ortaçgil bana hep mor rengi hatırlatır. Onun temsil ettiği renk mor gibidir. Her an bir kadın Ortaçgil şarkıları söyleyerek çıkagelecek gibidir sanki. Feminist moru giymiş , güzel  bir kadın karşımdaki koltukta oturur, Ortaçgil şarkılarına eşlik eder benimle beraber. Der ki : "Teninle konuşmanın zamanı..." Sonra balladlar dinlenir, kadehler birbirine değer, "ay dolun aydır, deniz yanıyordur, saat çok geçtir" ama kimle ve nerede olduğunuzu bilirsiniz o an. Zamanı dondurmak istersiniz, o saniyede yaşamak ; belki de o ana hapsolmaktır varlığından bile şüphe duyduğunuz Tanrı'dan tek isteğiniz... Olsun , böyle olacaksa Tanrı da olsun ; bir sakıncası yok ...

Galiba uyku vakti, sabahın bir köründe kalkıp gidilmesi gereken bir dersim var ama olsun ; rüyamda şarabım - Ortaçgil şarkılarım ve mor giymiş "o" kadını göreceğim sanırım. Odamın bir köşesinde "bu su hiç durmaz" diyor Bülent ağabey üstelik ...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Yılın Son Günleri

2011'e doğru ilerliyoruz... Yeni bir yıl , yeni bir takvim demek. Tarihlerin birer ileri kayması demek. He bir de yeni umutlar falan var. Ama 31 aralık gecesi bir başka. "This is a combination of something old and something new." Eskiden yeniye geçişin en anlamsız olduğu gün bir yandan da 31 aralık. Hard core bir tarih aslında. Bir şeyler değişiyor, tarihler oynuyor , koca bir yıl terk ediliyor ulan daha ne olsun ? Ama ertesi sabah sanki aynı gibi her şey. Yaşam aynı , sokaklar aynı , güneş aynı , deniz aynı ; kısacası dünya aynı. Değişen hiç bir şey yok. Zaten değişimin mevsimlerini takvimler belirleseydi bir anlamı da kalmazdı.

Her yılbaşında mutlu olunur. Öyle ya nasıl girersen yeni yıla , koca yıl öyle geçer derler... Denedim , nasıl girdiysem öyle geçecektir dedim, olmadı. Hiç bir yılım başındaki gün olduğum gibi geçmedi. İçki içmeden girdiğim bir 2010'dan alkoliğe yakın bir şekilde çıkıyorum. Sevgilimle girdiğim 2009'dan yalnız başıma çıkmış olmam gibi. Bu sefer rolleri değiştireceğiz yeni gelen yıl ile. 2011'e denize dalarak gireceğim. en dibe dokunmaya çalışacağım yeni yıla girilen ilk saniyelerde. Bakarsın belki yıl boyu yukarılarda oluruz. Deneyip göreceğim...

2010'un son günlerindeyiz. Yeni bir yılı karşılamaya üç gün var. İçimden bir şiir geçiyor Murathan Mungan'dan... Şu dizeler hep aklıma geliyor bugünlerde, belki de her yılın son günlerinde  :

" Kaç zamandır duru,yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum

"İçtenliğin" ya da "dünya görüşünün" kirletmediği
 Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum "
 I.

Bir yıl daha bitiyor
İşte bu kadar duru,bu kadar yalın
Bu kadar el değmemiş
Sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın
Bu şiire nasıl dahil edilebilir bir yılın son günleri
Her sonda,her başlangıçta ve her defasında
Alır gibi başkasını karşımıza
Perdeler çekip,ışıklar söndürüp
oturup yatağın içinde bir başımıza
Sorgulamak kendimizi
Öğrenmek ikimizin anadilini,ikinci belleğimizi
Öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
Bu aynanın dehlizlerinde gezinirken görürüz
Karanlık günlerimizin kenar süslerini

Biterken yılın son günleri
Biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini
Gençlik ikindilerini
Kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri.


II.

Bir yıl daha bitiyor
Düşlerim ,tasalarım,yarım kalmış onca şey
Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden
Bana mı öyle geliyor
Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
İnsan yaşlanırken?


III.
Kırdım mı incittim mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Dağınık yatağım,mutsuz yatağım
Çoğalttım mı eksiklerimi?
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
Ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Hançer kıvamındaki o karamizah tadını
Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım
akşama
Yeni bir yıla
Ama nedense herşeyin tadı dağılıyor ağzımda
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta


IV.

Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Bırakılmış mektuplar
Ve yurdumun her karış toprağında tefrika edilen karanlık
Ey hayatıma girenler ve çıkanlar
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey

O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır bir ermiş dinginliği havalandırıyor dizelerime
açılan pencereleri,
Durup bakıyorum akşam sularında zaman kavramlarına,
Zamanı düşünüyorum;koyuluyorum
Anlamını yitiriyor "şimdiki zaman"ın boşyüceliği,tarihin unutkan
sayfalarındaki mürekkep lekeleri
İşimin başına dönüyorum içimde ıssız bir gönül erinci

Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
"içtenliğin" yada "dünya görüşünün" kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum.


V.

Sabahları açık penceremin soluduğu kent
Nabzında yüzyılın dağınık sancısı
Dumanı üzerinde tüten yıkıntılar
Hangi anlamı kuşanabilir şimdi yeni bir yıl
Umutsuzluk sözlüğünden karşılıklar aranırken hayata
Hangi söküğünü dikebilir bu yaralı kuşak
Hangi yüreğe öğretilebilir unutmak!


Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde.


*                                                                         *                                
Yeni yılda hepimiz için dünya görüşünün ve içtenliğin kirletmediği duru, yalın ,çalışkan insanlar diliyorum ...

28 Aralık 2010 Salı

"O"nun Hatrına Ferhan Şensoy İle Başlayarak Bir Merhaba...

Güneşe sırtımı verdim,
Denize bakmıyorum,
Bulutlara küsüm,
Kimse bilmez bir mekanda
Kırk gün kırk gece içimi çektim
Korkmayın benden güvercinler,
Elim cebimde, yüreğimde sevgilim, sakıncasızım...

Bir insan düşünün, yıllarca susmuş ; konuşmak istememiş. Bir de bakmış ki bir hikayenin başında, ancak anlatamıyor hiç kimseye... Her sustuğu içinde kalmış, dert olmuş. Ve bir gün susmamak için , "sakıncasız" şeyler yazabilmek için kendine bir yer bulmuş. Belki de biri için, belki "o"na ses verebilmek için...

Her sıkıştığında kendini yollara vuran bu adam bir gün fark etmiş  ki yolculuklar çözmüyor hiçbir şeyi , kilometreler hafifletmiyor yükünü. Kitaplar, filmler değilmiş sığınılacak kaleler ; anlamış... İçinde kalanlar şişenin dibinde bıraktığı şarap tortusundan çok daha fazlaymış , çok daha derinmiş. Üstelik öyle bir gün gelmiş ki, güneşe sırtını vermiş, bulutlara küsmüş, kimsenin bilmediği bir mekanda kırk gün kırk gece içini çekmiş. Eli cebinde, yüreğinde sevgilisi ile sakıncasız olan bu adam denize bakmaya başlamış.

İşte, bu adamın kıyıdan denize baktığı yer burasıymış...

Bloğuma hoşgeldiniz...