31 Aralık 2011 Cumartesi

Yılın Son Günü

Bir yılın yine son günü... Kim bilir daha kaç tanesini yaşayacağız, kaç yılı eskiteceğiz, kaç baharı bekleyeceğiz, kaç kere daha yaşlanacağız...

"Damla damla birikiyor insan" demişti Yılmaz Güney... Yıllar da birikiyor damla damla...

Şıp - 1989
Şıp-1990
Şıp- 1991
Şıp-1992
Şıp- ...
Şıp-2011

Akıp giden zamana yenilmemenin tek çözüm yolu yılları biriktirirken, kendimize de "şıp"lar ayırmak aslında... Ne güzel özetlemiş o güzel insan...

Bol şıplı bir 2011 geçirdim, kendi adıma konuşmam gerekirse... Pek çok şey edindim; pek çok şey öğrendim; pek çok şeye güldüm; pek az şeye ağladım; çoğu beni pek de mutlu etmese de pek çok şey yaşadım; çok çok da sevdim, iyi sevdim, karşılık bulamadım üstelik... Kazandıklarım oldu, kaybettiklerim de maalesef, pek çok hem de...

Ama...

Bu seneye kızmadım; bu seneye küsmedim; bu seneye küfretmedim; sövmedim; saymadım...

Dedik ya:

"Damla damla birikiyor insan..."

Ve yine damla damla çoğalıyor içimizde bazı şeyler...

Biz akıp gidiyoruz hayata, yeni yeni yıllar karşılayarak...

2012'den hepimize bol bol "şıp" diliyorum, hepimizi damla damla biriktirecek...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Sahne, start

 Yağmur yağıyor...

 Kalbin mantığa oynadığı oyunun ikinci perrdesi yeni açılmış. Her şey olağan seyrinde ilerliyor. Sahne pek karışık. Dekorlar yoğun; ışıklar keskin; oyuncular amatör; sayıları oldukça fazla... Sahne sırası gelmeyenler arkada. Kulis kavramı tam olarak oturtulamamış. Makyajlar da yok gibi; varsa da pek donuk, kolay kolay anlaşılmıyor. Heyecan oldukça yüksek... Sahnenin kasveti arka tarafa da sıçramış. Bu oyuna henüz dahil olmayanlar, sırasını bekleyenler, uzun süre ortada görünmeyeccek olanlar, oyunla uzaktan yakından alakası olmayanlar, izleyiciler... Hepsinde heyecan kırıntıları birikmiş... Bakışlar sertlemiş; gülüşler kırılmış; gözler büyümüş; soluklar hızlanmış; tedirginlik boy göstermiş en çıkmaz sokaklarında...

 Ben neresindeyim bu sahnenin? Sen neresindesin?

 Belki hiç gelemeyeceksin. Çıkmaz sokaklardaki tedirginliklerden sadece bir tanesisin... Üstelik ben, kim bilir bu tedirginliklerden kaç binincisiyim?.. Bir his misin? Bir düş mü? Oyuna girecek misin? Alkışların karşısına çıkıp bir selam çakabilecek misin, iki büklüm eğilerek, hınca hınç boş olan salona doğru?

 Biliyor musun, ben de o sahneye çıkmaya henüz cesaret edemedim. Kolonun arkasında kalan ve sahneyi doğru dürüst göremediği için satışa sunulmayan koltukta en beleşci ve en kaçak halimle oturuyorum... Çok da kalamayacağım. Ya bir görevli gelecek ve korkudan sahneye doğru koşacağım; ya da salonu usul usul, uyandırmadan terk edeceğim... "Kara bıyıklı, kuşku bakışlı, Erzincanlı" bekçi gelene kadar buralardayım.

 Biraz daha illegal,

 biraz daha kaçak,

 biraz daha beleşçi,

 biraz daha severek...

18 Aralık 2011 Pazar

***

Kızılok sabahına uyandım. Baş ağrısı, mide ağrısı, bel ağrısı... Tüm bu fizyolojik saçmalıkların yanında bir tanesi de var ki...

Kalp ağrısı...
                 
                   *** *** *** *** *** *** ***

Zaman geçiyor dünyanın bir yerlerinde...

Ülkeler büyüyor, küçülüyor, yıkılıyor...

Depremler oluyor, seller, yangınlar...

Felaketler...

İnsanlar ölüyor mesela,

yıldızlar kayıyor,

ay tutuluyor zaman zaman...

Güneş doğuyor hergün,

acımasızca...

Yeni bir güne uyanıyoruz milyarlarca insanla beraber...

Benzer hikayelerin peşinden koşuyoruz her gün her sabah...

Ne için?

Kim için?
                    *** *** *** *** *** *** ***
Arkamızda bıraktığımız türlü türlü hikayenin önceliklerine göre mi yaşamaktayız hayat denilen kompleks yapıyı?

Ya da önümüze çıkmasını istediğimiz, yanımızda bulunmasını dilediğimiz milyarlarca şans belirtecinin hiperaktif ayraçlarıyla mı şekillendiriyoruz dünyamızı?

Ya da istediğimiz tek bir kişi/zaman/mekan için bir şeyler deneyip de başaramıyorsak...

Mesela bazı şeyleri yapmaktan vazgeçtiğimizi bize söylemişlerse üstelik, ne de kolay ...

Vazgeçmemiz de kolay; bunu söylemek de bir o kadar...

"Eşyanın tabiatına aykırı" aslında tüm bunlar...

Yalancı düşler, falancı güçler...
                    *** *** *** *** *** *** ***

Bir şeylerden pek sonra öğrendiğim bir hikayeydin sen...

Seni anlattılar, ben dinledim...

Dinlemek zul geldi, kendim öğrenmek istedim...

Keşfetmeyi denedim.

Sonra bir şeyler oldu,

anlamadım...

Belki de anladım.

Çok da iyi anladım.

Ama...

Sonrasını çözemedim...

Bakakaldım peşinden...

"Ne gözümü alabildim, ne göze alabildim..."

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bir-iki kelimeden çıkan yazı

Kitap - kutup,
Terör - tenor,
hatta dur bakayım; yalap şalap - yala şarap ya da şarap yala; hiç olmadı şarabı yala... Ya da boşver, şarap yalanır mı? Bir fantezin olmadığı sürece böyle bir eylem gerçekleştirilmez, iç gitsin...

Böyle başlayalım bugün. Uzun uzun boşluklardan sonra ilk defa buraya bir şeyler kodluyorum. Karalıyorum diyeceğim de çok mantıksız. Hiç yoktan bir kara kalem (tükenmez de olur) izi bulaşmalı parmağın üzerine. Öyle olsun ki karalama denilen fiil vücut bulsun... Belki sizde böyle bir hikaye gerçekleşmiyor; yani elinize bir şeyler bulaştırmadan da beyninizdeki (aptalca, manyakça, sapıkça, saçma, komik, endişeli, ciddi, yasak, az siyasi, biraz arazi, hafif farazi, yeterince sizli bizli, bir o kadar da gizli) fikirleri aktarabiliyorsunuz kağıda, duvara, masaya, oraya - buraya...

Ben o işi izsiz - mizsiz halledemiyorum (gerçi halledilecek bir iş de değil tabii ama işte uyandırmadan...). Kalemi biraz acayip tuttuğum için olabilir, belki de bu kadar boşuna sıvadım; yani sizler de fevkalade elinizi boyuyorsunuzdur belki... Neyse, zaten çok önemli bir hikaye de değil bu...

Bir iki tane kelimeyle başladım yazıya. Okuyorsun ya, soruyoyorsun tabii, "ne şimdi bu yahu?" diye. Açıklayayım...
Bunlar benimle bu ara iç içe geçen sözcükler. Yani, terör sözcüğüyle iç içe geçmem demek kendimi terörist ilan edeceğim demek değil tabii. Ya da işte, kutup yazdım diye oralara gidecek halim de yok; ama ortam ve ben bu kelimelerle iç içeyiz. 

Uzun zamandır kitap okumaya çok fazla vakit ayıramıyordum; "bir musibet bin nasihattan iyidir" mantığı ile karşı karşıya kaldım. Kendime "bu aralar boşladın oğlum, az biraz oku" şeklinde nasihatlar sıçarken, bir Yılmaz Güney filmi sonrası bilgisayarım bozuldu. Yılmaz Ağabey ile hiç tanışmadık. Malum devirler tutmuyordu; ben daha buralarda değildim; ben geldiğimde o çoktan arazinin altına geçerek arazi olanlardan biri olmuştu; hem zaten aynı ülkede de değildik; ancak tatillerde görüşebilirdik yattığı yerle... Bilgisayarımı Yılmaz Ağabey mi bozdu acaba "Oku oğlum, oku ki bir şeyler olsun" yazısının kayarak geçtiği bir ekrana seslendirme çakarak? Bilemiyorum, ama öyleyse eyvallah, pek mes'udum. Neyse, naturalizmden etkilenen yazarlar gibi böyle ayrıntılara girip de konudan uzaklaşmak istemem. İşin kitap kısmı buradan geliyor. Kutup kısmı da odamın soğukluğundan... Birkaç gündür sert bir soğuk var sadece bana ait olan dört duvar arasındaki boşlukta... Şu var ki sözcük olarak birbirlerine çok benzerken, yan yana gelince pek de bir anlamı olmayan iki kelimenin aynı çerçevede (odam bir çerçeveyi andırıyor) birleşmesi nadir görünen bir hikayeymiş gibi geliyor bana... "Kutupları kitaplardan öğrenmek" ya da "kutuplarda kitap okumak" gibi hikayeleri bunun dışında tutuyorum.

Terör ve tenor eşleşmesi de çok acayip. Ölüm gurubu derler ya futbolda, öyle bir şey. İçimdeki terörü bastırmak için bazı seslere başvuruyorum, aslında kulak veriyorum dersem daha bir mantıklı. Alt tarafı müzik çünkü... İçimdeki terör biraz farklı medyada işlenenlerden. Hoş, medyanın yaptığı aslında işlediği haberlerden daha çok andırıyor terörü ama o noktaya bugün değinmeyeceğim. İçimde kurduğum terörle mücadele timine ben tenorle mücadele diyorum... Dinlediğim şarkılar mücadele ediyor çünkü biraz da, yani bir çeşit destek birimi oluveriyorlar tenorler bu gibi durumlarda. Bir şeyler yanıyor içerilerde, bir şeyler canlı canlı patlıyor... Sonra, başka bir şeyler olaya el koyuyorlar; bu davaya başkaları bakıyor... Falan filan... Ben geçmişe atıfta bulunurken, geçmiş bana çalım atıyor; ayağıma durduk yere çelme takıyor, vs vs.

Bir hikaye daha var; Brecht'in "zaaflar" dediği dizelerden... Hani der ya: "senin hiç yoktu, benimse vardı bir tane..." diye. İşte ondan...

Bu zaaf kısmından da yalap - şalap bir yazısının, şarap içilen bir gecenin ardından neden yazıldığı açıklanmış oluyor herhalde...

7 Ekim 2011 Cuma

Dostlarıma;

Bunları neden bugün klavyeye aldığımı bilmiyorum. Belki dün de olabilirdi yani, o açıdan; yoksa tabii ki neden yazmakta olduğum konusu tamamen net (kafamda).

Yaş olmuş xx, hakkaten hesaplarken çok zorlanıyorum. Şu, gün alma meseleleri; efendime söyleyeyim yılı bitirince mi yaş sayılır, yoksa yıla girince mi hikayeleri beni gerçekten yaşımın ne olduğu konusunda bir saptama yapmaya üşendiriyor. Ama şunu biliyorum: 1989'da doğdum ve yıl 2011...

Yıllar yıllar önceki dün benim doğduğum gündü.

  Beni tam olarak nereye getirdiklerini bilmediğim annem ve babam çok mutlu olmuş olacaklar ki dün beni pek mutlu -mesut bir şekilde aradılar. Sağ olsunlar... Onların desteği ile uzun uzun yollar kat ettim, bunu asla yadsıyamam. Bulunduğum noktada (ki tam olarak ben de hangi noktada olduğumu bilemesem de) olmama yardımcı olan yegane insanlardır kendileri. Muhtemelen bana kattıkları en büyük değer iyi insanları seçip arkadaşlık - dostluk kurabilmemdi. O insanlar için ayrı bir fasıl açmak gereklidir herhalde...

Az çok tanıyorsunuz beni; ya da tanıma eğilimindesiniz. Dostlarıma - arkadaşlarıma değer veririm, onlar benim için önemlidirler. Üstünü çizdiğim pek çok da insan vardır; hiç unutmam en yakınlarımdan biri olan Levent (okuyorsan sana ayrıca selamlar), bir gün bana "çok çabuk adam siliyorsun" deyip de kızmıştı. Ne yapayım, ben de böyleyim işte... Bu kadar sene boyunca beraber yürüyebildiğimiz insanlar oldu, öncelikle onlara çok teşekkür etmek istiyorum. Onlar zaten kendilerini biliyorlar. Eski dostların yeri hep ayrıdır; hele ki daha da uzun zamanlar varsa, beraber eskitilecek...

Şimdilerde söyleyemesem de yıllar sonra "eski dostlarım" diyebileceğim pek çok insan var, yakın geçmişime tanıklık eden. (Bir üstad tanıyorum, "senin geçmişini si.eyim, ne geçmişin var lan senin" diyecek. Bugünlük böyle olsun diyelim sevgi ve saygılar yollayarak...) O insanlara da ayrı ayrı teşekkürlerimi iletmek istiyorum. İyi ki varlar, iyi ki tanışmışız, ve kuvvetle muhtemel iyi ki bundan sonra da beraber yola devam edeceğiz.

Teşekkür faslına böyle alışılmış cümlelerle nokta koyup asıl meseleye geçiyorum.

Bir yaş daha yaşlanmanın bana verdiği medeni cesaretle, sizlere birkaç ukalaca söz sarf edeceğim izninizle...

Paulo Coelho'nun bir sözü vardır: "Bugün cesaret edemediğin için yapamadığın şeyleri, Yarın zamanın olmadığı
için yapamayabilirsin"  der üstad. Bu söze dikkat ediniz; sizden ricamdır bu. Her yeni yaş bize yeni şeyler
öğretiyor geyiklerine gerçekten inanmaya başladığım bir evreye girdim. Yaşlı dede ayaklarına yatmadan bunu söyleyerek sağa sola, okyanus ötesine mesaj fırlatmak istedim sadece, bunu buradan paylaşarak. Bir de gerçekten önemli bir olay var: Bir şarkı geliyor aklıma, aslında bu aralar çok sardığım bir şarkı: "These are the days of our lives". Orada Mercury şöyle der, bilenler bilir (BNL'ye ayrıca selamlar) : 


"Those were the days of our lives
 The bad things in life were so few
 Those days are all gone now but one thing is true"

İşte o doğru olan tek şeyi, ileride bugünlere bakarak söylemek bizlere düşecek yıllar yıllar sonra. Orayı iyi doldurmaya bakın derim...

En içten tavsiyelerimle ve hepinize teker teker teşekkür ederek,

 Sevgiler,

Eren.



not: Paul Rodgers'dan aldım çünkü ...

5 Ekim 2011 Çarşamba

Başlıksız olsa ya ?

Bilmiyorum bugün neden buralarda gezindiğimi. Oysa ki uzun zamandır uğramamıştım bu taraflara. Dur bi' dakka, buldum galiba nedenini:

- Naber baba nassın?
- Ne olsun, aynı bok; sende ne var ne yok?
- Bilindik. Bi' halt yok.
- İşler yolunda mı?
- Değil, sende?
- Ee.
-Ne bok yesek?
- Si.tir et, kurcalama.
- Nasıl ya? Nasıl kurcalama?
- Uyduruk hayatını uydurduğun gibi yaşa oğlum işte. Kendini dünyaya uydur.
- İyi diyorsun da... Neyse.
- Si.tir git odana.
- Tamam.
 He bi' de; düşen bir yaprak görürsek neyi hatırlamalıyız?
- Bak hala konuşuyor!
- İyi bee...


Aynadaki ben, bendeki aynaya karşı idi az evvel.

13 Mayıs 2011 Cuma

Esas Olmayan Oğlanın Öyküsü

Zamanın birinde , ülkenin tekinde , bir yolun başında , bir sayfanın sonunda , şişenin dibinde , gözün ucunda , ... bir çocuk yaşarmış ... Uzun uzadıya konuşmaz , afili sözcükler kullanmazmış bu vatandaş . Bazı değerleri varmış ; bana dokunmayan yılan bilmem kaç yüzyıl yaşasınlardan fersah fersah öteye geçebilen ...Bu çocuk değerleri uğruna çok insanla ters düşmüş ; en sevdiklerinden uzaklaşmış ; bir gün pişman olacağını bile bile ...

Gel zaman git zaman , çocuk inadı problemlerin üstesinden gelmeyi başarmış bizim oğlanın . Serde delikanlılık var ya , geriye doğru atmadığı her adım onu katılaştırmış , taşlaştırmış ... Yıllar yıllar geçmiş , bizim taş oğlan bir şeyler hissetmiş sol tarafında . Orada bir şeyler çırpınmaya başlamış . Bazen karşı koyamaz bir duruma gelmiş olsa da susmuş , duymamış kalp denilen haltın ne demeye çalıştığını . Derken bir gün , artık bazı şeylerin itiraf edilmesinin gerekliliği aklına gelmiş çocuğun . İşte o gün , bugünmüş ...

Aramızda yüz yıllık zaman ,yüz yıllık yol olsa da ...

28 Mart 2011 Pazartesi

Bir Dostuma Mektup

Sevgili Dostum ;

Sana buradan bir şeyler yazmak istedim ; biliyorsun buralarda bir süre yazmamın nedenini . Biliyorsun bu adresin ne için , kim için açıldığını . Hani değer verdiğim birileri için açtım biliyorsun bu alanı kendime . Zaman zaman garip garip şeyler yazdım ; vakitler sabahı gösteriyordu falan filan . Neyse işte . Bu defa buraya yine çok değerli hatta galiba en değerlilerden biri için ; yani senin için bir şeyler karalıyorum .

Bazen biliyorsun her haltı yüzüme gözüme bulaştırıyorum . Ya da şöyle söylemek gerekir , bazen büyük eşeklikler yapabiliyorum. Bu sefer de öyle bir şey yapmış olduğumu düşünüyorsun şüphesiz . Haklısındır belki. Yapmışımdır, ne diyeyim ... Söylemek istediğim biraz değişik , biraz karışık . Bu durumun böyle saçma sapan bir hikayeye evrileceğini tasavvur edemedim , bunu sen de biliyorsun. Tamam , bütün sorumluluğu üzerime alıyorum ;  şu an içinde bulunduğun durumun sorumlusu benim .

Özür dilemek yetecekse , ilan ediyorum ; özür diliyorum ! Ayrıca bu sakat duruma yol açan son çalışmamdan da tamamen vazgeçiyorum ... Senden ve yanındaki şeriatçı dallamadan başka bir - iki kişi dışında dostum kardeşim yok ; hatta galiba kimsem de yok . Böyle bir bedel ödemeye hazır değilim, sanırım hiçbir zaman da olmayacağım  ...

Sevgiler ,
Eren

7 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Sahne

"-Bu eve girdiğimden beri, duyduğum tek şey yalanlar.Ve bu yalanların hepsi birbiriyle çelişiyor.

-Onlar yalan değil, kara delikler. Yıllardır bu gerçeği arayan tek kişi benim. Kim olduğumuzu ve ne yaptığımızı bilmemenin ne kadar korkunç bir şey olduğunu anlamıyor musunuz? Ve de sürekli kendini yenileyen bir sıkıntının içinde... Bazen gerçekten var olmadığımı düşünüyorum.

-Ama "Héléna, sizi seviyorum" demek için geldiğimde beni dinlemeyi neden reddettiniz?

- Benim sevmeye hakkım yoktu... Anlıyor musunuz? Ne sevmeye ne de sevilmeye hakkım yoktu ...

-Ya şimdi?

-Şimdi Carl'ı seviyorum. Ve iyi değilim... Aşk kötü mü hissettirir ?

-Evet, aşk kötü hissettirir. Büyük, yırtıcı kuşlar gibi, üzerimizden uçup gider ve olduğu yerde durup, bizi tehdit eder. Ama bu tehdit aşk için verilmiş bir söz de olabilir . Çok güzelsin Héléna, o kadar güzelsin ki, sana bakmak ... Acı çekmek demektir .

- Daha dün bunun bir mutluluk olduğunu söylüyordunuz.

-Hem mutluluk hem de bir acı."

Le Dernier Metro'dan ...










5 Şubat 2011 Cumartesi

Görülen Bir Rüyanın Ardından...


                                                    http://ufizy.com/#4uqZzySm7IY/r/!/

"Something's burning in my head
 restless days and nights, they never end
 with every word unspoken I fade away
 though that's not your fault, it's me who has no excuse

 my dream is gone and I'm undone

 each time I see your eyes I just feel guilty
 of loving you this way, though I'm not hopeless yet
 my soul is shadowed by your magic smile
 I tried so hard to reach you but I failed ..."

2 Şubat 2011 Çarşamba

Deniz Feneri

"Merdivenden inerken hayretler içindeyim. Mutlu o !.. Ne kolay şey ! Aklım almıyor. Benim asla katılamayacağım, kendi kendine yeterli bir varlık değil mi o hala ? Kapısına sevginin olanca ateşiyle gelip dayansam da yine öyle olmayacak mı ? Aaah sevgi !.. Uçuruma yuvarlanan bir meşaledir sevgi. Uçurumun derinliğinden başka neyi gösterir ?"

Remarque böyle tanımlamış sevgiyi "Dönüş Yolu"nda ihtiyaç varmışcasına... Ben hiç sevgi tanımı yapmadım , yapamadım . Mutluluğun resmini çizebilir misin gibi seçme saçmalıklardan olsun istemedim. Böyle bir soru da sormadım bu yüzden. Ama sanki hislerim yakın uçurumun derinliğini gösteren meşale tanımına... Sanki denizlerin en dibini aydınlatan , bir deniz feneri sevgi ... Denizcilere yol gösteren , kayalıkları aydınlatan ; denizin en sert yapılarını ışıl ışıl bir güzelliğe çeviren ; ve en uzak kum tanelerinin yerini belirleyen ... Onsuz açılmak doğru değil denizlere ... Dalgalardan da korunur belki yalnız denizci , o fenerin sayesinde ... İşte deniz yolundayım kitaptan bağımsız bir sevgi tarifiyle . Dalgalar da var bu yolculukta  ama yine de ..:

"Dalgalar arasından biri ya da öbürü,
 deniz yeşili, soğuk yeşil, yeşil dal,
 seçmedim ondan başkasını:
 Teninin bölünmez dalgasını."

Pablo Neruda ...

31 Ocak 2011 Pazartesi

Öyle Bir Gece

"Dilsizim ve adsızım şimdi
 Aşk diyorlar değil mi buna ?"  demiş ya Mungan ; ilk defa öyle hissediyorum bu akşam . Gecenin üçünde yazıyım istedim ; ya da gece üç olduğunda yazasım geldi bir şeyler. Kafamda resimler var ; onları şimdi birleştirsem bana kızacak martılar , ağaçlar , hatta göremediğim yıldızlar ... Adını verdiğim yıldız ortalarda yok bu gece ... Denizleri koruyan bulutlar içine almış , kayıplarda bu gece , gitmek istiyorum ona ... Çağırsam gelir mi Martin ? Niels Holgerssons izin verir mi bana uçan kazın sırtında gidebilmem için o yıldıza  ? Hem ya kaydıysa ..? Korkuyorum bu akşam sanki . Biraz üşüdüm de , belki azıcık da sarhoşum. Çocuk kalmak istemediğimi fark ettim elimdeki rakı kadehine bakarken . Seni yanımda istediğimi hissettim düşlere dalarken ...

Always Somewhere



Zor bir günü yeni kapattım. Yaklaşık yarım saat oldu , başka bir gündeyim . Halen başım ağrıyor ; halen uyanığım ; olmam gereken yerde bulunduğumdan şüpheli olarak bir şeylerin mahvını görebiliyorum . Oturduğum yerden farklı rüyalar görüyor olsam da bazen , derin bir renk kuyusunun içinden parlak ışıltılar seziyorum. Çocukluğumu görüyorum tepeye baktığımda . Nüksediyor bazen bir hastalık gibi ; çocuklaşıyorum o anlarda. Bir şeylere dalıp gidiyorum. Renkler içinde kayboluyorum ; kendimi sorgulamak anlamsızlaşıyor. Evet hala buradayım ; düşünüyorum , dalgalar vuruyor ruhuma ... Bugün buradayım ; yarın başka bir yerde... Denizsiz şehirlerde bile vuracak dalgalar üzerime , sırılsıklam olacağım . Söyleyeceğim bir şarkı olacak yine , sen oralarda olmazsan ...

"Always Somewhere
Miss you where I've been
I'll be back to love you again"

29 Ocak 2011 Cumartesi

Karadeniz İle İlk Sohbet

Günün ilk ışıklarıyla doğup büyüdüğüm şehre geldim . Hava soğuktu , tipik Karadeniz kışı işte ... Gelir gelmez kendimi deniz kenarına attım elimde valizim , omzumda çantam ile . Özlemişim denizi , denizle konuşmayı ; Karadeniz'e anlatmayı ... Anlattım , evet çok şeyler paylaştım onunla . Tavırlıydı biraz , dalgalıydı ; bana da kızgındı ... Adeta soruyordu : "Neredesin be oğlum kaç zamandır ? Yoksa başka denizler mi buldun kıyısında duracak ? " Cevap veremedim doğrusu ... Kızdırmak istemedim Karadeniz'i ; kırmak istemedim . Zamanla ben anlattım o dinledi , o anlattı ben dinledim ; sohbet koyulaşınca ağzımdan kaçırdım ... "Başka bir deniz  var evet kıyısında durduğum ; açılmak için sabırsızlıkla beklediğim." Bunu söylediğim zaman o sert tavrı biraz yumuşadı sanki . Hüzün mü mutluluk mu anlayamadım , köpükler kayboldu ; dalga sesleri sustu ... Adını sordu . "Ege mi ? "dedi. "Hayır" dedim , "değil ..." Ege değil kıyısında durduğum . Sadece deniz . Ön adı olmayan bir deniz . Senden daha derin , daha zor , daha şefkatli , daha başka bir deniz ... Ne kara , ne ak , rengarenk bir deniz . Her rengi seven ; her renge bürünebilen bir deniz ... Sadece "Deniz."

27 Ocak 2011 Perşembe

Im Juli'den


"Güneşim ayım sana ışık olsun
 Sıcak kumum yoluna açık olsun
 Okşarım tenini rüzgarlarımla
 Susuz kaldı sularım dudaklarına

 Ah... O gözlerin...
 Arasın beni izlesin peşime düşsün
 Ah... O dudakların...
 Gelsin, bulsun, tatsın ve öpsün beni

 Al bulutlarım sana yatak olsun
 Yumuşacık sessizce üstünü örtsün
 Ateşim aşkına kıvılcım olsun
 Sonsuz yansın yüreğinde hayata doysun

 Ah... O gözlerin...
 Arasın beni izlesin peşime düşsün
 Ah... O dudakların...
 Gelsin, bulsun, tatsın ve öpsün beni"

26 Ocak 2011 Çarşamba

Livaneli ile açılan bir sabah

Bu sabaha doğru aklımdan geçen dizeler beni alıp götürüyor denizlere ... Üzerine yazılacak çok şey var bugünlerin. Mutluluğumun, telaşımın, paniğimin, sersemliğimin üzerine yüzlerce kelime dökebilirim . Nedenini tek kelime ile açıklayabilecekken üstelik ... Nedeni "sen." Açık seçik, bir denizde kaybolmak istemem... O denizde çırpınan bir beyaz yelken olmak istemem ..."Bir martı gibi telaşlı ve ürkek ellerini tutmak istemem..." Tek kelime demiştim ancak cümleler pekiştiriyor duygularımı. Yine de mutluluğumun özü tek kelimeyle "sen."

Livaneli'nin sözleriyle kapatmalı sanki ; bir ihtiyaçcasına , bir mutluluk tanımı adına ...

"Düşlerin parlayıp söndüğü yerde 
Buluşmak seninle bir akşam üstü 
Umarsız şarkılar,dudağımda bir yarım ezgi 
Sığınmak gözlerine,sığınmak bir akşamüstü 
Gözlerin bir çığlık,bir yaralı haykırış 
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi 

Bir orman bir gece kar altındayken 
Çocuksu,uçarı koşmak seninle 
Elini avcumda bulup yitirmek 
Sığınmak ellerine bir gece vakti 
Ellerin bir martı,telaşlı ve ürkek 
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken 

Bir kenti böylece bırakıp gitmek 
İçinde bin kaygı,binbir soruyla 
Bitmeyen bir şarkı,dudağında bir yarım ezgi 
Sığınmak şarkılara sığınmak bir ömür boyu 

Gözlerin bir çığlık,bir yaralı haykırış 
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi 
Ellerin bir martı,telaşlı ve ürkek 
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken"

Bugünlerin özeti gibi sanki , hissettiklerimin özeti gibi ... Bir büyük telaşı açıklayabilen bu şarkı ile ; içemediğim tüm içkilerin kadehlerini havaya kaldırırcasına ,"şerefine..."

25 Ocak 2011 Salı

Kısacık ...

Sayfanın henüz başındayım... Alkol beynimde , damarlarımda geziyor . Bir de uykusuzluk var ; sevda da yok değil ... Yükümün bir kısmını denizle payşatım bugün , fırlattım sahilden ne var ne yoksa ... Heyecanlandım , panikledim ; bacaklarım titredi , tansiyonum çıktı ama yine de o anda kalmak istedim ; onun yanında kalmak istedim ...

24 Ocak 2011 Pazartesi

Gecenin Şarkısı

Bu satırları 23.59'da yazmaya başlıyorum. Ben hala seni düşünerek bir şeyler ifade etmeye çalışırken bir gün değişmiş olacak. Tarih değişecek , zaman hayatımdan bir günü daha resmen  götürmüş olacak . Yeni bir 24 saat başlayacak pazartesi diye adlandırılan . Değerli vaktimin pahası daha da artıyor seni düşündüğüm her an. Donakalıyorum , zaman bana bakıyor ben saatime bakmazken ... Tezatların anlamı değişiyor , dilemmalar hayatımdan defolup gidiyor . O kadar kararlıyım ki seni sevmek çabasında . O kadar sağlamım ki , ve o kadar istiyorum ki seni hayatımda ... Şarkılar çalıyor ; anlamlarını düşünüyorum bazen , seni aradığım oluyor içlerinde . Bu gece de öyle bir anı yaşıyorum . Şarkılar çalıyor hala, ben içlerinde bir yerlere seni koyuyorum ,  gözlerim doluyor tekrar tekrar...

"Don't say good bye to me
 Describe the sky to me
 And if the sky falls, mark my words
 We'll catch mocking birds"
Bu gece dinlenen şarkıların iki sorumlusu var ; biri sensin diğeri ise şarkıları bana yollayan çok sevdiğim bir dostum ...


23 Ocak 2011 Pazar

Vakit Sevmek Vakti

Az önce girdim odama , küçük dağınık ikametgahımın bir köşesindeki koltuğa oturdum uykuya dalmak yerine ... Bir bir düşündüm . "Ne yapıyorum" ,"ne arıyorum" , "ne istiyorum" kalıpları üzerinde bakındım durdum. Hayatımı gözden geçirmeye başladığımı fark ettim. Yapmak istediğim sadece bugünü , bu geceyi sorgulamaktı kendi adıma ... Ama olmadı , geçmişe döndüm ; kaçmadım yüzleştim ... En büyük hatamı buldum . Şimdi vakit o hataları tekrar etmeme vakti. Şimdi vakit senin kalbine girebilme vakti ... Düşleri gerçekleştirmek , ipekten denizlere - pamuktan gökyüzüne kavuşmak vakti . "Vakit sevmek vakti..."

22 Ocak 2011 Cumartesi

Denizi Seviyorum

Denizlere açılmak istiyorum , bir daha dönmemek üzere ... Biliyorum deniz dalgalı , yorgun , uçsuz bucaksız ... Kaybolabilirim orada... İnsanlar, gitti - dönmeyecek derken ; benden ümidi kesmişken yaşayabilirim denizin koynunda ... Kendimi denizlerde bulabilirim mesela , küçük renkli sarı balıklar ve yosun kokuları olur hayatımda ... Her vapur seyahatinin eşsiz hediyesi iyot kokusu , tepede yelkovan kuşları ... En dipte ise ben ... Denizin tam ortası ; olmak istediğim yer işte tam orası ... Bir şansım olsun istiyorum , denizlerde yaşamak şansı ... Yıldızları değil kum tanelerini sayayım , başım dönsün delice ; aklım çıksın ansızın ...

Denizlerde yaşamak istiyorum ; kayıtsız , umarsız ... Deniz kokusu sarsın her yanımı ; sağımı - solumu - önümü - arkamı - aklımı - fikrimi - zikrimi - tenimi ...

Ortaçgil'in şarkısı gibi olsun hayatım :

"Kürek olmuş ellerim
 
Bir baktım yüzüyorum
Dalıp suya bakınca 
Neleri görüyorum
Bambaşka bir dünyada 
Hepsi başka biçimde
Yaşıyor hep içimde
Denizi seviyorum..."

21 Ocak 2011 Cuma

Dünün özeti

Sözlerimi kaybettim ... İçimden geçenlerin dışarıya çıktığı köprünün gişelerinde çevirmeye takıldım ... Anlatamadım , aktaramadım asıl düşündüklerimi ... Kelimesiz kaldım , üşüdüm - terledim , heyecanlandım - sakinleştim , dalgalandım - duruldum ; hepsini birkaç saniye içinde yaşadım dün ... Nedir seni bu kadar anlamlı kılan acaba ? Nedir sözlerime el koyabilen gücünün sırrı ? Nedir sabahın 6'sında bana bunları yazdıran ; gözlerime bir damla uykunun bile girmemesi için çırpınan özelliğin ? Neden özelsin ? Neden her Ortaçgil dinlediğimde , aklıma her Cohen düştüğünde senin de siluetin yansıyor gözlerimin tam önüne ? Soru sormaktaki ustalığımı bağışla lütfen ; zaten cevaplamakta da bir o kadar amatörüm ... Bildiğim küçük bir sır var , o da aslında bu soruların cevabı ... Amatörüm cevaplarda , çünkü beş soru işaretine karşı bir nokta koyabiliyorum , ve öyle ki her sorunun cevabını tek kelimeyle cevaplayarak amatör kalmaya devam ediyorum ...

Bu durumu "seviyorum" ...

19 Ocak 2011 Çarşamba

Dört yıl oldu ...

Bu gece yazılması gerekenler farklı , söylenmesi gerekenler başka ... Bu gece buradan okunması gerekenler de her zaman okunanlar gibi değil , olmaz , olamaz ... Bu gece sadece bir insan , bir kardeş üzerine iki satır yazılabilir. Bu gece aramızda olmayan , bizimle artık aynı yeryüzünde yürüyemeyen , aynı yağmurlarda ıslanamayan, gülemeyen, ağlayamayan, konuşamayan, aktaramayan, anlatamayan ; ama anlayan, evet anlayan birisi için olmalı tüm sözler... Gerçi ne söylenmeli onu da bilemiyorum... Sadece bildiğim bir şey var : Canım acıyor ...

Hrant ...

Nerelerdesin dört yıldır ..?

Hrant'a




18 Ocak 2011 Salı

dip not

Zor geçiyor gece ... Ders notlarım yerini içki şişelerine bırakmış çoktan ... Bu gece Müzeyyen Senar'ın sesini duyuyorum ; Muhsin Bey'in yüzünü görüyorum, önümdeki şişelere bakıyorum ve evet çok seviyorum ...

yaz getir bana

Gideceğim buralardan diyordum ... Topu topu bir valizim üç - beş parça eşyam var ; toplayıp tası tarağı yola çıkarım diyordum bir gece vakti , ansızın ... Sevmiyordum buraları . Tek kelimeyle sevmiyordum , sonuna da nokta koyabiliyordum. Şimdi nedendir bilinir (evet bilinir) , seviyorum buraları. Gözlüğümü taktığımdan beri sevebiliyorum buraları ... Karsız - boransız kışıyla , samimiyetsiz arkadaşlıklarıyla, gecenin üçünde rakı almak için kapısına gidip de geri döndüğümü bakkallarıyla... "Seviyorum buraları ." Bu cümleyi kullanıp sonuna nokta koyabiliyorum artık. Özlemişim bu tutumumu , bu hissi. Bunun nedeni "o." Ya da okuyorsan şayet bu satırları ; hadi gel bir anlaşma yapalım ; bir sırrımız olsun : "O" aslında sensin ... Gıyaben hayatıma girdiğin için teşekkür ederim ... Bu kış gecesinde İnce Saz dinlerken bir cümleyi de sonuna ekliyeyim bu paragrafın : "Gönlümün fermanı yaz getir bana..."

17 Ocak 2011 Pazartesi

Gözlüklerim ...

Bazen hayatın farkına varamadığım anlar geliyor. Flu görüyorum dünyayı , net olmuyor kareler. Hangi gözlüğü takmam gerektiğini anlayamıyorum. Yetmiyor benim 1.25'lik miyop mercekleri ... Algım kapanıyor sanki , ayağım kayıyor , bir yerlerden düşüyorum ;  nereden olduğunu dahi bilmeden ... Sonrası bir boşluk ... O boşluktan çıkmak için bir oyun oyanır işte. Ortaçgil'in de dediği gibi "şarkılar bir oyundur çoğu zaman , ben başroldeyim işte o zaman. Şimdi yaşadığım duygular bir şarkı gibi ... Bir Ortaçgil şarkısı... Bu oyun tek perdelik. Bu oyun hayal gücümden çok daha fazlası ... Bu oyun aklımla kalbimin dansı ... Şimdi anlıyorum ; hayatın farkına varmamı sağlayan gözlüğümü takmış bu oyunun senaryosunu yazıyorum. Gözlüklerimi geç taktığımın farkındayım. Buralara geleli dört yıl geçti , bin iki yüz yirmi beş adet gün olmuş dile kolay...  Neden fark edemedim ben onu ? Neredeydi benim gözlüklerim ?
...

16 Ocak 2011 Pazar

Üç Nokta

Ne güzeldir gecenin rengi . İnce bir piyano sesiyle aydınlanırsa bir de ... İşte o an yazacak bir şeyler bulunur şu naçizane köşeye. Aslında yazılacak pek çok tümce vardır ; birleşir , çoğalır , paragraflara dönüşür ... Kumdan kale yapmak gibidir aslında ; bir kovaya dolduracak yığınla kum vardır o deniz kenarında ... Tonlarca kumdan bir kova ederinde taşırsın masalsı kraliyetini ilan edeceğin topraklara... Kovayı ters çevirirsin kale değil de kum yığını çıkar karşına. Bir daha denersin ; yine olmaz ... Bir şey eksiktir. Tonlarca kum olan kumsalda bir şeyler eksik kalmıştır kale yapabilmek için. Denizi keşfedersin. Biraz deniz suyu olmalıdır o kaleleri dikebilmek için. İşte bunun gibi bir şey tümceleri bir araya getirmek de ... Gecenin karanlığında en sersem saatte bir piyano sesi karışır hayatına . Yazarsın şu küçük sanal sayfaya. Bir cümlen olur , bir noktalı virgülün, bir de noktan. Ama bir şeyler eksik kalmıştır. İşte o eksik kalan deniz suyu burada da karşına çıkar. Deniz kumla karışıp kale olana kadar üç nokta kullanırsın ...

...

15 Ocak 2011 Cumartesi

Sabah Yazısı

Sersemlik esnasında yazılan bir kaç cümleden öteye geçemeyeceğim şu an belki ... Hatırımda neler var , neler yok ; aklıma gelenler neler , neler değil şu an onun dahi farkında değilim. Sevilen şarkılarla kapatılmış bir gecenin sabahında gözümü tavana dikmiş bunu sorguluyorum belki. Düşünüyorum, taşınıyorum, arıyorum ... Usumda neler var bilmesem de kalbimde neyin olduğunu biliyorum . Aa bir saniye aklımda olan da kalbimdekiymiş ; yeni fark ediyorum ...

13 Ocak 2011 Perşembe

Zor Da Olsa Yazılır Bazen

Denizlerde kurulan bir düşü dinliyorum ... Fiko ve Ortaçgil'in sesleri yükseliyor evin bir köşesinden ... Ve diyorlar ki : "Belki de sen ve ben ikimiz , birbirinin farkında gözlerimiz ; düşüncelerimiz ... Olmayacak hayallerimiz ... Senin gözlerin benimkilerin farkında mı bilmiyorum ama benimkiler her şeyi biliyorlar , ezbere ... Farkındayım  senin , farkındayım hayatın , farkındayım dünyanın ... Hayatın en sarpa sardığı noktalarda bir şeyler olur , birileri çıkar karşına ; gözlerin fark eder aniden onu... İşte "o" çıkış kapısıdır , köprüden önceki son sapaktır ; anlarsın... O an hayatına değen herkes aklına gelmeye başlar ... Afallarsın , kendine gelemezsin bir süre. Sonra neden dersin ? Nereden diye sorarsın ... İşte hayatıma girip çıkmış tüm kadınlar geldi aklıma , afalladım ; kendime gelemedim bir süre ... Sonra mı ? Sonra sordum : "kimsin sen?" "nereden geldin?" "karşıma nereden çıktın?" ve en önemlisi "karşıma çıktığından neden haberin yok hala ..?"

11 Ocak 2011 Salı

Rika Yüzleşir

 O muydu aradığım bir başkası mı ? Bilmiyordum... Belki ilk zaafımdı ; belki ilk telaşım ; ilk yorgunluğum sonucunda çıktığım bir yolculuktu. Yollar uzundur , gidersin ; bakarsın sağına soluna ; düşünürsün - taşınırsın. Aklın karışıktır. İşte o yolculuğu şimdi yaşıyorum. Saat 05:10 ve bir yolculuktayım. Bir maraton sanki bu ... Az önce okudum senden dökülenleri. Az önce anlamaya çalıştım , çözmeye çalıştım seni . Beceremedim sanki ... Çakılı kalınan bir nokta var hep , farkında olmadan çakılı kalınan ... Bir gün karşılaştığımızda anlatacağım şeyler de var sana. Tıpkı senden önce anlattıklarım gibi... Tıpkı kendime anlattıklarım gibi ; Tıpkı "S"deki gibi ... Yıllar önce uykularımı kaçırabilen kadın döndü sanki , taşındı apartmanıma ; kapı komşum oldu. Sanki sabahlara kadar Leonard Cohen dinleyip şarabımızı yudumluyoruz. Sanki çalamadığım o lanet gitarı dinleyip yüzünde tebessümler oluşuyor "hala" ...  Halbuki ne gitarım burada , ne o, ne de bir başkası ... Peki neden ? Benim yüzümden ... Özür diliyorum ondan , özür diliyorum kendimden , özür diliyorum senden ... Özür diliyorum tüm bozkırlardan , dağlardan , karalardan , kumlardan ... Deniz çocuğuyum ben, yapamıyorum oralarda ...

8 Ocak 2011 Cumartesi

Dört Aşk Şiiri

Bugün Bertolt Brecht düştü aklıma. İdeolojisiyle, dünya görüşüyle, duruşuyla falan değil. Sadece şiiriyle. Tek bir şiiriyle üstelik. "Dört Aşk Şarkısı" ... Birileri vardı bir zamanlar, bana neşe verirdi. O an işte tam o an şimdi ölebilirim derdim. O an gidebilirdim ; ne fark eder ki, nasılsa en mutlu anım o olurdu. Var olup olmadığından bile emin olmadığım bir başka boyuta geçerken mutlu olurdum... Hep öyle hatırlanırdım , sonsuza dek öyle hatırlanırdım ... Sonra gün gelir o kişi yaşlanırdı, hayatında başka biri olurdu ; başka bir kimseye seni seviyorum derdi ; başka biri onu bulurdu her sabah uyandığında yanında . Ben de izlerdim tüm bunları elimde bir şişe şarabımla o tepenin yamacından ...Güzel hayallerdi bunlar. O zamanlar bu şiir aklıma her düştüğünde gülümserdim. Yıllar önceydi ... Şimdi ise , neyse ...


Dört Aşk Şiiri

-I-
 
Senden ayrılıp sonra 
Kavuşunca bu büyük güne 
Gördüm, görmeye başlayınca 
Herkesi neşe içinde. 
Ve o akşam vaktinden beri 
Bilirsin ya, hangisi 
Dudaklarım daha bir güzel 
Ve ayaklarım daha bir çevik şimdi. 
Daha yeşil ağaçlar dallar ve çimen, 
Duyumsayınca böyle 
Ve su daha hoş serin 
Üstüme dökününce. 

-II- 
Bana neşe verince sen 
Düşünüyorum da bazen: 
Şimdi ölebilirim diyorum işte 
Ve hep mutlu kalırım böylece 
Ta sonsuza dek. 
Sen yaşlanınca sonra 
Ve hatırlarsan beni 
Görünürüm yine bugünkü gibi 
Ve bir sevgilin olur senin de 
Hala gencecik biri. 

-III- 
Yedi gülü var dalın 
Altısını yel alır 
Biri kalır geriye 
O da bana adanır. 
Yedi kez çağırırım seni 
Altısında gelme kal 
Ama yedincisinde söz ver 
Tek bir sözcükle gel. 

-IV- 
Bir dal verdi sevdiğim 
Üstünde sarı yapraklar. 
Yıl desen,geçer gider 
Sevdaysa yeni başlar.

6 Ocak 2011 Perşembe

Yeni Yıla Kısa Bir Girizgah

Yeni bir yıla girdik. Eskilerden değişen ne var diye bakıyorum da pek bir şey çarpmıyor gözüme. Neyse olsun yaşıyoruz işte... Yeni yılı denize dalarak karşıladım. Dalmak derken gözde büyütmemeli , iki kulaç atıp suyun altına girdim sadece. Ama sözümde durdum... Bu yıl kendime verdiğim bütün sözleri yerine getirebilecek miyim acaba ? Zamanla göreceğim ...